Hazırlayan: Zeynep GÜZELTEPE
Eğer daha sonraları değerli olacaksam şimdi de değerliyimdir. Buğday, buğdaydır insanlar onun en başta çim olduğunu düşünse de.
Çılgınlığın eşiğinde bir dahi, Vincent Van Gogh, 1853 baharında Hollanda’nın bir köyünde dünyaya geldiğinde bütün dünyayı derinden etkileyecek bir ressam olacağından kimsenin haberi yoktu. Eserleri şimdilerde milyonlarca dolara satılan Vincent’in son derece kasvet içinde geçen ve trajik bir intiharla sona eren hayatına bir göz atalım.
Öyle ki; öğreniminin ilk dört yılını köy okulunda sürdürdükten sonra hiç istemediği halde yatılı okula gönderiliyor ve işte tam bu yıllarda kendi tabiriyle ‘kasvetli yılları’ başlıyor. Eve döndükten sonra bir süre sanatla ilgili farklı işlerle meşgul olup en sonunda Londra’da çalışmaya devam ediyor. İşte burada hayatının en, belki de tek mutlu günlerini yaşıyor diyebiliriz. Bu mutluluk, aşık olduğu kızın başkasıyla nişanlanmasıyla son buluyor. Olaydan sonra içine kapanan Van Gogh kısa süre sonra işinden de kovuluyor. Bunu takip eden süreçte gönüllü öğretmenlik, din adamlığı ve misyonerlik gibi birçok kez farklı alanlarda çalışmasına rağmen hayata bakış açısı ve olaylara farklı yaklaşımları nedeniyle hiçbirinde başarılı olamıyor. İş hayatının tamamını alt sınıfların hayat mücadelesinin içinde ve onlara yardım etmeye çalışarak geçiren Vincent bu sefaletin bir bakıma sorumlusu olarak gördüğü varlıklı kesimlere de içten içe isyan ediyor. Bu süreçte ise ailesi de dahil olmak üzere herkes tarafından istenmeyen kişi ilan ediliyor.
Onun bu kasvetli hayatında elinden tutan ve intiharına dek destek olmaya çalışan tek bir kişi var, o da kardeşi Theo. Hayatı boyunca kardeşi Theo’ya yazdığı yüzlerce mektupta, yaşamından ve ürettiği tablolar hakkında kesitlerden bahseden Vincent yine kardeşi Theo’nun önayak olmasıyla resim yapmaya başlıyor. Yine bu süreçte de maddi sıkıntılar ve aşk hayatında hayal kırıklıkları yaşamaya devam eden Vincent tekrar ailesinin yanına dönüyor ancak ailesi tarafından da hoş bir şekilde karşılanmıyor. O da bu andan itibaren hayatını resim yapmaya adıyor.
Madencilerin sadece ekmek ve yaşam kavgasını anlatan basit ama bir o kadar da hayatın içine işleyen “Patates Yiyenler” adlı eseri Lahey’de sergilendikten sonra ilk defa adından söz ettiriyor.
Bu atılımından sonra dönemin ressamlarından Paul Gauguin ile tanışmasıyla hayatında yeni bir evre başlıyor. Dostça başlayan birliktelik zamanla yerini rekabete ve maalesef kavgaya bırakınca ağır bir depresyon sonucunda kulağını keserek sevdiği bir kadına veriyor. Bu olay onun artık bir çılgın olarak anılmasına neden oluyor. Sonrasında kendi isteğiyle akıl hastanesine yatan Vincent’ın ruh sağlığı gittikçe kötüye gitse de 1885’te tabancayla intihar edene dek yaşadığı son iki yılda yüzlerce esere imza atıyor.
37 yıllık yaşamına 2100 eser sığdıran ve hayattayken sadece tek bir tablosunu satabilen Vincent Van Gogh’un ölümünden sonra eserleri milyon dolarlara satıldı.
Tanık olduğumuz üzere Vincent hayatında hep bir arayış içinde olmuş ve sonunda kendini dünyaya yansıtacak yegane şeyi, resmi bulmuştur. Hayatındaki hiçbir zorluk onu bu tutkusundan muaf tutmamış, onunla aydınlanmış ve insanlığı onunla aydınlatmak istemiştir.
Yıldızları ve göklerdeki sonsuzluğu farkedin. O zaman hayat neredeyse büyülü gözüküyor.
Görüş Bırak